top of page

              Yöremizle ilgili

 

                                                                         Yöresel Paylasimlarimiz

KARADENİZ’DE YAYLA ZAMANI

Şehrin meşakkatli hayatından bunalanlar için doğa bulunmaz bir nimettir. Doğanın en zengin hallerinin bulunabileceği “ yağmur, güneş, kar, rüzgâr, bulutlar, sis”  bir yer var: Doğu Karadeniz yaylaları. Kelimenin tam anlamıyla dört mevsimin yaşanabileceği bir bölge olan yaylaları bütünüyle hissedebilenler bence çadırıyla kamp kurmaya gelenlerdir. Neden diye sorulacak olursa? Çünkü kampçılık, gelenlere daha çok yer gezme fırsatı verir. Daha çok yer gezen insan da daha fazla şey görür.

 

Ben, bunu size Doğu Karadeniz yaylalarının en güzellerinin bulunduğu Kaçkarlar üzerinden anlatmaya çalışayım. Mesela Kavrun Yaylası’nda pansiyonda kalıyorsanız ve gezmiyorsanız, Kaçkar’ın eteklerindeki gölleri nasıl göreceksiniz? Ya da Kaçkar’a yakın tepelerden zirveyi nasıl izleyeceksiniz?  Ayder’e insanlar daha ziyade piknik yapmaya gider. Çokça da kaplıcaya girmek için. Oysa Ayder’den Kavrun, Avusor, User gibi yaylalara araçlarla gidilebileceği gibi yürünerek de ulaşılabilir. Üstelik yürüyüş güzergâhında çadır kurulabilecek alan çoktur. Çamlıhemşin yaylalarında Ayder, Kavrun, Amlakit gibi yerlerde pansiyon vardır. Ayder’de oteller de vardır ve bu nedenle daha çok insanın gelmesini sağlar.

 
Yürümeyi ve kamp kurmayı seven turistler için Fırtına Vadisi’nde oldukça uygun güzergâhlar mevcut. Zilkale ve Çat köprüsüne yürüyüşler yapılabilir ve Çat köprüsü geçilerek kamp yapılabilir. Çat’ta iki de pansiyon var. Dileyenler oralarda da kalabilir. Çat’tan sonra araçla ya da yürüyerek Elevit-Karunç-Trovit-Palovit-Amlakit güzergâhında, yaylalarda kalınabilir. Eğer şanslıysanız yaylacılara konuk olabilirsiniz. Bu arada yöreye gezmeye gelenlerin dikkat etmesi gereken iki önemli husus var ki, bunlardan biri yöreyi bilmeyenlerin mutlaka rehberle yola çıkması ikincisi de olumsuz hava koşullarına(aniden bastıran yağmur, fırtına) karşı tedarikli olmaları.   
Çamlıhemşin, turizm alanında yeni yeni adını duyurmaya başladığından, altyapı sorunları ve ödeneksizlikten dolayı donanımlı konaklama alanlarına sahip değil ama özellikle kampçılar için çok uygun bir coğrafya. Zaten Çamlıhemşin gibi dik yamaçlardan oluşmuş bir bölgeye yatak kapasitesi yüksek oteller yaptırmak yörenin geri dönülemez çevre sorunlarıyla baş başa kalması demektir. Bunun yerine yaylalarda ev pansiyonculuğu geliştirilebilir ya da kampçılık için daha çok yürüyüş rotası belirlenebilir. Çamlıhemşin’i ve Karadeniz yaylalarını yakından tanımanın en iyi yolu onu araçla baştanbaşa gezmek değil aksine kapı kapı, yayla yayla dolaşıp, bulutlara daha yakın olmaktan geçer.

  
YAYLADA ÇOCUK OLMAK

Çocukluğu yaylalarda geçmiş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, yaylada yaşamak biraz da bu zamanın dışında yaşamak gibi bir duygu tattırır insana. Öncelikle, büyük kentlerden yaz tatili için gelen insanlar köylerinde buluşur. Daha sonra da uzun yürüyüşlerle ulaşılabilen yaylalarına kavuşmak için sabahın erken saatlerinde yola çıkılır. Günümüzde artık hemen her yaylaya araçla ulaşılabildiği için bu adetten bahsetmek mümkün değil ama şunu özellikle belirtmek gerekir ki, yaylaya ulaşmanın tadı yürüyerek çıkar. Uzun ve yorucu olmasına rağmen yürüyüş yaparak gidildiğinde hem daha çok yer görme fırsatı olur hem de buz gibi pınarlardan su içme imkânı. Oysa şimdilerde araçlarla 1-2 saat süren yolculuklarla, yaylaya ulaştığınızda nereye geldiğinizi bile hissedemiyorsunuz.

Biz de çocukken sabah erkenden büyük bir heyacanla kalkıp, hazırlanırdık. Katırlara yüklenen erzaklar ve giyeceklerin ardında, inekler ahırdan çözülür ve onlar önde biz arkada yolculuğumuza başlardık. Tam 8 saatlik bir tırmanışla yaylamıza çıkar ama adım attığımız andan itibaren de yorgunluğumuzu unuturduk. 3 ay boyunca kalınan yaylalarda, diğer şehirlerden gelen, uzun süre görmediğimiz arkadaşlarla buluşur, kendimizi dağların rüzgârına bırakırdık. Sabahları ineklerin boyunlarına takılan çıngıraklarla kuşların sesleri birbirine karışır, güneş penceremize doğmadan kalkardık. Kuzinede pişirilmiş sıcacık ekmekler, bir peynir ve tereyağı kombinasyonu olan muhlama ve çayla taçlanan kahvaltıdan sonra kendimizi evden dışarı atardık. Kapı kapı dolaşır, eski yaylacı kadınlardan hikâyeler dinlerdik. Kimi artık yılların vermiş olduğu yorgunlukla yerinden bile doğrulamadan öylece uzandığı sedirinden bize peri masalları anlatır, kimi de hayvanlarını salıverdikten sonra kendini ev işlerine verirdi. Bizim içinse her şey oyun içinde gelişirdi. Çam kozalakları, kurumuş çamurlar ve ağaç dallarıyla kendimize saf bir dünya kurmuştuk. Çocukluğumuzda hafızamıza kazınan görüntülerse sanırım unutamayacağımız anıların başında geliyordu.Sis de denilen yerdumanı bir gün tüm dağları kaplayıp, bizi evlere hapsediyordu ama ertesi gün açan güneşle yine kendimiz dışarıda buluyorduk. Akşama kadar dışarıda geçirilen bir zamanın ardından, yorgunca eve dönüyorduk, tıpkı akşama kadar otlayıp karnını doyuran inekler gibi. Onlar da içeriye alınmayı bekliyordu bizim gibi. Onlar ahıra biz eve girdikten sonra, yemek faslı ve ardından gaz lambasında ya da şanslıysanız lüks lambasında oturup, muhabbete dâhil olmaktı gecenin finali. Yaylada bizim için günler böylece geçip gider ve bir daha ki seneye buluşmaya söz vererek ayrılırdık birbirimizden. 


GİDİYORUM YAYLADAN, GÜZ GELDİ ONUN İÇUN

 

Böylesine dolu dolu geçen bir yaz dönemi yaylacılığının ardından, eski yaylacılar gibi bizim için de yayladan ayrılmak sadece bir dönemi kapatmak değildi elbette. Kapıların birbiri kapanması çok büyük hüzün verirdi bize de. Herkes bire ikişer yollara düşer ve bir sonraki seneye gelmenin hayaline kapılırlardı. Biz de büyüklerimiz gibi aynı hayalleri kurardık ve hepimiz ayrılırken ağlardık. Çünkü bilirdik ki, yaylasız bir sene çok ama çok zor geçecek. Okul sıralarımızda bile hayali bir an olsun gözümüzde gitmeyen, apayrı bir dünyanın kapılarını aralayan bu cömert mekânlar anladık ki hayatımızın bütünü

Ne damgasını vuracaktı. O nedenle türkülerde de yaylalara çokça yer verilir olmuş. Bir Hemşin türküsünde, “ Gidiyorum yayladan/Güz geldi onun içun/Her puğardan su içtum/Sevduğum senun içun…” Yaylacılar, kulaklarında çardaktan gelen tulumun ağlatan sesi ve arkalarında bıraktıkları “gözü yaşlı” dağlarla vedalaşırlar… Hele hava açıksa gitmek oldukça zordur. Son bir kez daha bakılır ve iki damla gözyaşıyla bağırlara taş basılır.

 

ŞİMDİ YAYLA TURİZMİ VAR

Şimdiye kadar yazdıklarım bu yazıyı okuyan herkese abartılı gelebilir ama Karadeniz’e gittiğinizde dilediğiniz kişiye sorun, aynı hisleri paylaşacaktır. Ancak artık günümüzde yaylacılık denen kültür de teknolojinin kurbanı oldu ne yazık ki. Şöyle ki, artık birçok yaylaya araçla ulaşılabildiği için, insanlar kentlerde edindikleri alışkanlıkları yaylalarına taşımakta beis görmüyor. Misal, yaylada artık buzdolabı, çamaşır makinesi ve televizyon gibi modern hayatın tüm gereçlerini bulunduruyor insanlar. İşin ilginç olan bir tarafı da daha düne kadar yaylacılık yapan insanların kendilerini bu moderniteye hapsedip, yaylacılık kültüründen hızla kopmaları. Oysa çok değil on yıl öncesine kadar hayvanlarından süt sağan, onlara yaylalarda çobanlık eden, leğende çamaşır yıkayan, kuzinede yemek pişiren cevval kadınlar ne kadar çabuk kayboldular! Hayır, elbette bunun bir de çile boyutu var ama keyifli tarafları da gitti. Dolayısıyla turizm işi doğru yapılamadığından insan ilişkileri de yozlaştı. İki evin arasının 1 metre olduğu yaylalarda insanlar televizyon izlemekten birbirine gitmez oldu. Tabii, bunun istisnasız yaşatıldığı yerler de yok değil. Yaylada bir gelenek vardır ve iş olduğu kadar eğlence de daimdir. Akşamları horon çardaklarında ya da açık alanlarda tulum, kemençe ya da akordiyonun sesiyle mest olan yüksek dağların sahibi yaylacılar, yaşadıkları alanları korumak için mücadele etmezse, geriye artık hiçbir şey kalmayacak.

 

YAYLACILIK NASIL KURTULUR?

 

Doğu Karadeniz’de, özellikle Trabzon, Rize ve Artvin’in yaylaları usta işi pazarlamayla turistlere gezdiriliyor ancak bu geziler sırasında kimse burada bir yaşam kültürünün olduğunu düşünmüyor. Manzaralar güzel de, buraların yaşaması için neler yapılabilir, kimse uzun vadeli bir gelişim planı yapmıyor. Bir kere yaylada eski evler bakımsızlıktan çürüyor. Yaylalara gelişigüzel açılan yollar, çevreye çok büyük zararlar veriyor. Altyapı olmadığı için her şey birbirine karışıyor. Yaylalarda bile içme suyuyla ilgili problemler yaşanıyor. İnsanlara kamp yapabilecekleri bir alan tahsis edilmiyor. Bunlar gibi çok büyük sorun yaşayan ve genel karakteristiğini kaybeden yaylalar için en acil çözüm, pilot bölgeler seçip yayla pansiyonculuğunu teşvik etmekten geçiyor. Böylece hem evlerin kurtuluşu sağlanmış olacak hem de yaylalar hayvancılık yapılamasa da yaşam belirtisine sahip olacaktır. Bunu, ilgili illerin il turizm müdürlüklerinin, rehberlerin, yöre insanının da gündemine alması, yayların selameti açısından olmazsa olmaz gibi görünüyor.

 Şu Dağların Karı Var

.Şu dağların karı var
Oyu oyu oy aman
Hep ellerin yari var
Huy aman aman aman
Sen ağlama ah yavrim
Oyu oyu oy aman
Ben ağlasam yeri var
Huy aman aman aman

Aldı dağları duman
O da bir çiseymiş
Yar aman aman aman
O da bir çiseyimiş
Yar aman aman aman

Es benden esmem senden
Oyu oyu oy aman
Küs benden küsmem senden
Huy aman aman aman
Dünya dünyadan geçse
Oyu oyu oy aman
Ben gene geçmem senden
Huy aman aman aman

Aldı dağları duman
O da bir çiseymiş
Yar aman aman aman
O da bir çiseyimiş
Yar aman aman aman

Atın beni furuna
Oyu oyu oy aman
Cayır cayır yanayım
Huy aman aman aman
Aldılar sevduğumu
Oyu oyu oy aman
Ben nasıl dayanayum
Huy aman aman aman

Aldı dağları duman
O da bir çiseymiş
Yar aman aman aman
O da bir çiseyimiş
Yar aman aman aman

Karadeniz gelenek ve görenekleri

DOĞUM
Doğumdan ölüme kadar kültürümüzün bütün renklerini görebildiğimiz yöremizde her anlamlı günün bir geleneği ve adeti vardır. Mesela hamile kadına çok iş yaptırılmaz. Ağır yük taşıttırılmaz, doğum yapan geline hediyeler alınır, komşuları yemek getirir, çocuğun kundağına para konur, altın takılır, iki lohusa kadın basmasın diye kırkı çıkana kadar birbirini ziyaret etmez. Mevlit okutulur, dualar edilir çocuğun da annenin de sağlık ve sıhhati temennisinde bulunulur. Biraz da erkek çocuğu oldu mu sevinç daha fazla olurdu. Ama günümüzde bu anlayış ta artık ortadan kalkmaktadır.

SÜNNET
Erkek çocukları yaşı çok geciktirilmeden sünnet ettirilir. Tek yaşlarda sünnet ettirilmesine özen gösterilir. Eskiden eli çantalı sünnetçiler köylerde dolaşıp çocukları sünnet ederlerdi. Çocuklar da bunları gördüklerinde canlarının yanacağını anlayınca kaçarlardı. Şimdi sağlık mensuplarına sünnet ettirilmekte. Çoğunlukta da çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından toplu sünnet törenleri düzenlenmektedir. Çalgılı sünnet törenleri olabildiği gibi mevlitli sünnet törenleri de yapılmaktadır. Sünnet öncesi çocuklar gezdirilerek gönülleri hoş edilir, sünnet sonrası aile yakınları konu komşu çocuklara para, altın veya çeşitli hediyeler verilir. Yemekler yenir, "İnşallah evlilik mürivetini de görürsünüz" diye anne ve babaya iyi dileklerde bulunulur.

DÜĞÜN
Çoğu zaman gençler birbirini ya düğünde, ya yaylada, ya bir şenlikte ya da çarşı pazarda görür ve "gönlüne düşürür". Aile büyükleri devreye giren yengeler görücü olur. Kız da, oğlan da beğenilme aşamasında birbirini tanımaya çalışır. Ama en son söz aile büyüklerinindir. Kararı aile meclisi toplanır verir. Ama ailenin "rıza"sı kimi zaman tam değildir. Karar olumsuzdur. Birbirlerini seviyorsa gençler, ortaya bölgemizde halen geçerli olan "kız kaçırma" olayı çıkar. Evlenecek olan gençler birbirlerini ne kadar sevse de son sözü aile büyükleri söyler. Kız istemek için ailenin büyükleri, annesi, babası, ağabeyi, ablası, akrabalarından amcası, dayısı veya bir başka büyüğü kızın evine gider. Ön konuşmalar ve genel sohbetlerden sonra laf bir şekilde esas konuya getirilir ve kızın ailesinden "Allah'ın emri peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz" denir. Kız tarafı da hemen tamam demez. "Nasipse, kısmetse, bakalım bir düşünüp karar verelim" deyip, işi ağırdan alarak kendini "naza çeker". Erkek tarafı "he, tamam, olur" cevabını alabilmek için kız tarafının kapısını biraz aşındırmak zorunda kalır. Kız tarafı sonunda razı olunca "söz kesilir." Bir küçük bahşiş sonunda kızın nüfus kağıdı ailenin o andaki en büyüğüne işlemeli mendile veya özenle hazırlanmış bir zarfın içene koyularak verilir. Hayırlısı olsun temennisiyle kız tarafının ikramlar yendikten sonra evden ayrılınır. Söz kesme olayından sonra sıra "nişan"a gelmiştir. Nişanda kız ve erkek tarafı karşılıklı olarak birbirlerine gelin ve damat adayına hediyeler alır. Bu arada düğün tarihi için karar verilir. Yeni evlilere alınacak eşyanın kim tarafından ne alınacağına karar verilir. Düğün zamanı gelince "ağırlık görme" ye gidilir.

Cuma günü, kızın çeyizi oğlan evine götürülerek yerleştirilir. Komşular düğüne davet edilir. Cumartesi gününün gecesi kız evinde yapılan ve sabaha yakın sona eren şenliğe ise "kına gecesi" denir. Eskiden kına gecesi Çarşamba günü akşamı yapılır, Perşembe günü, düğün olur. Cuma günü de "Cumalık" yapılırdı. Kına gecesi, kadınlar ve genç kızlar gelin evine toplanmaya başlarlar. Bu gecede, kadınlar ve genç kızlar gelin evine toplanmaya başlarlar. Çeşitli çalgılar çalınmak ve oyunlar oynanmak suretiyle eğlenilir ve kız ağlatılır. Gelini ağlatmak için kızlar maniler, türküler ve ilahiler söylerler.
Düğün günü (Perşembe veya Pazar) erkek tarafı kalabalık bir grup halinde öğleye doğru, tabanca - tüfek ata ata, yaya ve atlı olarak gelin evine gidilir. Hemen kızı alıp dönmek isterler. Ancak kız tarafı misafirlere yemek ikram ederler. Yemekten sonra, kızın bir erkek kardeşi, o da yoksa dayısı, erkek tarafından bahşiş alır ve kızı ata bindirilir. Yine silah atıla atıla erkek evine doğru yollanılır. Eve varıldığı zaman kız attan indirilerek evin içine alınır. Daha sonra erkekler ve kadınlar ayrı ayrı yerlerde düğüne devam ettirirler. Düğün şenliklerinde horon tepmek vazgeçilmez bir adettir. Akşam olunca gelin ve güvey yan yana durdurularak her ikisine de şerbet ikram edilir. Daha sonra köyün hocası getirilerek dini nikahları kıyılır. Gelin evinden en son kızın çok yakını olan iki kadın ayrılınca düğün bitmiş olur.
Ertesi gün ise Cumalık yapılır. Kadınlar çeşitli oyunlar oynarlar ve geline hediyeler verirler. Düğünden bir hafta sonra ise, erkek tarafı kız evine "yedi" ye gider. Damat büyüklerin elini öper, sini ve sofraya davet edilir. Sofrada önüne, üstü kapalı üç tabak koyulur, birinde yumurta, birinde sütlaç ve birinde de su vardır. Damattan yumurtayı bulması beklenir. Geç saate kadar kızın babasının evinde kalınıp, güzelce ağırlandıktan sonra geriye dönülür. Günümüzde bu adetlerin büyük bir kısmı "salon düğünleri" nedeniyle yaşatılmaz olmakla birlikte, köylerimizde geleneksel düğün törenlerine rastlamaktayız.

ÖLÜM
Düğünler kadar da ölümler de hayatın bir parçasıdır. Sevinçte bir olan halkımız hüzünde de beraberdir. Mahalle veya köy camiinde selalar okunur. Kent merkezinde belediye hoparlöründen ilan yapılır. Ölen kişinin ailesinin kimliği tanıtılır. Ölü evine akşamdan taziyeye gidilir. Evde sabaha kadar ölünün yakınları ile birlikte oturulur. Sabahleyin defin hazırlıkları başlar. Bu arada civar komşular ölü evine yiyecek getirir. Üzüntülü olan aile bireylerine katkıda bulunulur. Cenaze eş, dost ve komşular tarafından kaldırıldıktan sonra evde Kur'an-ı Kerim okutulur. Başsağlığı dilekleri kabul edilir. Kırk mevlidi, ölünün kırkıncı gününde yapılır. Mezarlar bakımlı ve düzgün tutulmaya çalışılır. Bilhassa dini bayramlarda olmak üzere mezarlar sık sık ziyaret edilerek dualar, Kur'an-ı Kerim okunur.

YÖRESEL YEMEKLER:
Mısır Çorbası, Lahana Çorbası, Etli Lahana Sarması, Kara Lahana Yemeği, Trabzon Döneri, Hamsili Pilav, Hamsi Kuşu, Hamsili Kaygana, Kuymak, Akçaabat Köftesi, Trabzon Peynirlisi, Trabzon Burmalısı

HAMSİ:
Geleneksel yöre mutfağı hamsiden yapılan yemeklerin çoğunlukta olduğu bir mutfaktır. Karadeniz'de hamsinin mkültürel bir önemi vardır. Ayrıca dünyada ilk kez adına türkü yazılan balık türüdür

PİDE:
Kıymalı ve peynirlsi yapılan ünlü Trabzon Pidesi özellikle kış aylarında hafta sonu kahvaltılarının değişmeyen yiyeceği arasındadır

VAKFIKEBİR EKMEĞİ:
Taş fırında pişirilen Vakfıkebir Ekmeği uzun süre taze kalışı ve büyüklüğü ile ünlü bir Trabzon Ekmeğidir.

AKÇAABAT KÖFTESİ:
Hazırlanışı itibarıyle farklı bir lezzet sunan Akçaabat köftesinin mahalli yemekler arasında özel bir yeri vardır.

YÖRESEL GİYİM:
"Yüzyıllar boyunca Anadolu'nun Ünye'den Hopa'ya kadar uzanan Karadeniz yalısı halkının gemicilik ile geçinenleri ile yalı boyu gerisindeki dağlı köylülerin kendilerine has bir kılık ve kıyafeti ola gelmişti; baştan ayağa kapkara gayetle tipik bir giyim kuşam olup "Laz Kıyafeti" diye anılagelmiştir. XVI. Ve XVII. Yüzyıllarda korsan ve dağ haydudu kılığı iken giderek o yalının bütün gemicileri ile dağ köylülerinin sırtında görülmüştür. Başa, üstlüğe bağlanmayan müstakil kara bir kukuleta geçirilir; "Başlık", "Kara Puşu" veya "Kukula" isimleri ile anılır; bu kukuletanın gayetle uzun iki ucu, kukuletanın üstünden sarık gibi dolanarak uzun kulaklı bir düğümle bağlanır; o düğüm kulakları kukuletaya, başlığa kendine has bir manzara verir. Sırta, gömlek ve mintan üstüne bir kara cebken giyilir; bu cebkene "Yelek" de denilir; uzun kollu olup kolların üst kısmı dar, alt kısmı geniş, hatta bazan yırtmaçlı olup yenler bilek üstüne kolayca kıvrılır. Cebkenin göğsünde bazan sağlı sollu iki fişeklik-ceb yapılır. Kışın cebkenin altına ve mintanın üstüne omuzdan ilikli kara bir zıbın-yelek giyilir; cebkenin önü bu zıbın-yelek üstüne kavuşuk kapanır. Bacaklara "Zıbka" denilen kara bir potur giyilir, buna "Laz Poturu", "Laz Donu" da denilir; Zıbka bir iç donu üstüne giyilir ve iç donu gibi bele uçkur ile bağlanır; kalçadan ayak bileğine kadar bacağa sımsıkı yapışır, fakat ağı körüklüdür; yüze yakın kırma ile yapılan bu körüklü ağ, zıbka giymiş kimsenin bacaklarına, tamamen çıplak bir insanın bacak hareketindeki mutlak serbestiliğini temin eder; zıbkalı bir gemici veya dağlı dilediği gibi koşar, zıplar, atlar, tırmanır. Bele karaya boyanmış hafif bir pamuk kuşak sarılır; kuşağın üstüne geniş bir meşin kemer bağlar; bu kemerin, gümüşden yapılmış yaprakcıklar, dilcikler halinde sarkıtılmış bir sıra süsü vardır. Hallice olanlar beş altı kolan halinde uzun bir gümüş saat kösteği takarlar; boyundan geçme bu uzun kösteğin ucundaki iri bir koyun saati kuşakda muhafaza edilir. Gemiciler yazın daima yalın ayak olurlarr, karaya çıkar iken ayaklarına Çapula denilen, kendilerine mahsus ayakkabılarını giyerler; kışın ayağa yün çorap giyilir. Dağlılar ise kış ve yaz ayaklarına "Salenk" giyerler, Salenk hem mest hem çizme, Çapula gibi bu yalı halkına mahsus bir ayakkabıdır. Başlık-Kukula, Zıbın-Yelek, Cebken-Yelek ve Zıbka kara çuhadan, bazan kalın ve yüzü parlak saten-bezden yapılır; ve hepsi yine kara şeridden zırhlarla süslenir."

HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:
KEMENÇE:
Ağaçtan yapılan üç telli ve yaylı bi müzik aletidir. Kemençe üzerinde nota yerlerini belirleyen ve parmakların kapak tahtasına değmesini önleyen "Kravat" bulunur.Kemençenin telleri çeliktir ve yayı bir demet at kuyruğundan oluşur.Oldukça ritmik bir çalış şekline sahiptir.

HORON:
Hareketli,kıvrak,canlı bir oyun olan horonda insan vücudunun tüm organları hareket eder. Kemençe eşliğinde oynanır ve denizin dalgasını,yağmurun yağışını,doğa ile mücadeleyi sembolize eder.Çeşitleri şunlardır:

Düz Horon :
Genellikle kadınlar tarafından davul zurna, kemençe eşliğinde oynanır.
Akçaabat Sallaması :
Genellikle davul, zurna eşliğinde Akçaabat yöresinde oynanır, erkek oyunudur. Sıksara'ya geçiş öncesi bir oyundur. Ağır bir yapıya sahiptir, giderek hızlanır.

Sıksara :
Trabzon halkının karakteristik yapısını simgeleyen en önemli horon türlerimizdendir. Atak, canlı vücudun bütün bölümlerinin harekete geçtiği kıvrak ve sanat gücü yüksek bir oyundur. Kemençe ile ve davul, zurna ile de oynanabilir.

Kız Horonu :
Düz horondur. Hareketleri basittir. Türkü eşliğinde de oynanır. Atma türküleri meşhurdur. Oyun esnasında söylenen türküler bu oyunu ilginç kılar. Kemençe ile oynanır.

Sürmene Sallaması :
Özgün ve hareketli bir oyundur. Kemençe ile oynanır. Davul ve zurna ile de oynanır. Özellikle Sürmene'de oynanan bu oyunun özel figürleri zevkle izlenir.

Bıçak Oyunu :
İki kişi tarafından bıçakla oynanır. Müzik ve ritm sıksaraya çok benzer. Karşılıklı bir savaşı, mücadeleyi andıran figürleri vardır. Oyuncuların ellerindeki bıçakları çok iyi kullanmaları gerekir, yoksa oyunun heyecanı içinde birbirlerini yaralayabilirler.

Vaybeni :
Genellikle Çaykara ve çevresindeki köylerde oynanır. Türküye dayalı oyundur. Atışmalı türkülerin söylendiği horonda bir tarafın söyleyecek sözü kalmayana dek devam eder.

NELERİ İLE ÜNLÜ:
Sümela Manastırı, Atatürk Köşkü, Uzungöl, Zağanos Köprüsü, Hamsiköy Sütlacı, Kadırga Yaylası, Trabzon Bileziği, Akçaabat Köftesi, Boztepe, Beton Helva ve Vakfıkebir Odun Ekmeği, Ayasofya Müzesi, Horon, Kisarna ( Bengisu ) Madensuyu, Sultan Murat Yaylası, Kızlar Manastırı

TRABZON İLİNİN İSMİ NEREDEN GELİYOR?
"Trapezus" sözcüğünden gelir. Anlamı dörtköşe'dir.

Sosyal Medyamiz
  • Facebook Grunge
  • Twitter Grunge
  • Instagram Grunge
ADDRESS

Trabzon Köprübasi.

Besköy Mahlesi 

61600

© 2015 by Kolivas Mehmet. Yapimidir 

Kolivas Ailesi

bottom of page